HABERİN DOĞASI NASIL OLMALI?
Haber, hayatla bağ kurmamızı sağlayan bir kanal mı yoksa bizi hayattan koparan bir araca mı dönüştü?
Haber dünyasına döneli 6 ayı geçti. Kendimi gazeteci olarak tanımlıyorum - çünkü öyleyim - ancak yaptığım şeyin geleneksel anlamda gazetecilik olmadığının farkındayım. Sıcak gündem peşinde koşmuyorum, aktif olarak haber üretmiyorum. Bunun için biraz geç olduğunu düşünüyorum. 10 yıl aradan sonra tek başıma mesleğe dönmüş olmam ve ben dediğim kimliğime annelik sıfatının eklenmiş olması, elime mikrofonu alıp sokağa çıkmayı pek mümkün kılmıyor. Yapamayacağımdan değil, bunu yapmanın uygun olmadığına kanaat getiriyorum. Kadın olarak gücümüzü ve yeterliliğimizi birilerine ispat etmek üzere yaşamak yerine; kalbimizin ve bilincimizin hizalandığı yerden yaşamayı doğru buluyorum. O yüzden aktif haber üretmek yerine, haber üzerinden içerik üretmeyi seçiyorum. Mühim olan içimdeki gazeteciyi beslemek ve ben de ona her gün çeşitli yollarla suyunu veriyorum.
Gazeteciliğe Dönüş: Yeni Bir Ben, Yeni Keşifler
Geçtiğimiz bahar yüzümü gündeme çevirmiş, henüz üretmeye başlamamış ve içimde doğmakta olanları izlerken bolca farkındalık yaşadım. Mesleğimle ve hayatla ilgili dalga dalga uyanışlar yaşadım ve her uyanışımı not ettim. Her yeni uyanış beni mesleğime bağlayan yeni bir kanal gibiydi. Bunu beyindeki sinapslara benzetebilirim. Öğrendiğimiz her yeni bilgiyle beynimiz yeni bağlantılar yani sinapslar kurar, bilgiyi pekiştirdikçe beyindeki o sinapsları da sağlamlaştırırız. Benimki de buna benziyordu: 10 yıl sonraki Burcu değişmiş; hayata da, habere de, gazeteciliğe de olan bakışı evrilmişti. Yeni Burcu yeni keşifler yaşıyordu ve uyandığı her yeni gerçek onu mesleğine bağlayan bir sinaps, bir kanal gibiydi.
Heyecanla ve coşkuyla aldığım o notların bazılarını, noktasına virgülüne dokunmadan sizlerle paylaşıyorum.
Haberin Kokusunu Almak = Sezgilerin kuvvetli oluşu. Yaratıcılık ve dişil enerji direkt.
Gazetecilik doğası gereği sezgiseldir. Sorularımız, yazdıklarımız birer yaratımdır. Daha yaratıcı olabilecekken sistem bizi kısıtlar.
Tuzaklar: Ajite etmek, clickbate uğruna sahtekarlığa düşmek.
Sayfalarca böyle notlar aldım. Parça parça, bazısı birbiriyle ilintili ve bazısı tamamen kopuk hissettiren notlardı. Ne zamanki ben yayın yapmaya başladım, tüm parçalar birleşmeye başladı. Devam da ediyor. Ben formatımı, otantik sesimi ve nişimi arıyorum; o parçalar da bana rehberlik ediyor.
Ancak içlerinden biri hepsinin üzerinde ve zaten ilk yazdığım nottu:
“Hayata Haberle Bağlanmak”
Haberin Temel Misyonu
Yola çıkışım, yüzümü habere ve topluma dönüşüm bu uyanışla başladı: “Hayata haberle bağlanmak”.
Haber insanı topluma bağlayan bir kanaldır! Tıpkı edebiyat, müzik ya da sinema gibi… Bu hayattaki her şey gibi aslında, haber de insanı içinde yaşadığı dünyaya bağlamalıdır. Bunu sadece bilgi vererek yapmaz. Haber, hayatı keşfetmek üzere bir ayna vazifesi görerek de kamuoyuna hizmet eder.
Doğası gereği kamu yararını gözetmesi gereken haber, bir yayın türü olarak topluma katkı sağlamalıdır. Gazeteciliğin tek bir formatı yok, herkes tek tip yayıncılık yapamaz elbette. Bazısı sıcak gündem paylaşır, aktif muhabirlik yapar ve haber üretir. Bu zaten en temel ve mesleği meslek yapan gazetecilik türüdür. Ancak herkes bunu yapmaz, yapmamalıdır da. Farklı çiçeklerden oluşan bir bahçe gibi, farklı gazetecilik türleri bir araya gelip mesleği çeşitlendirir. Araştırmacı gazetecilik, spor haberciliği, dış haber gazeteciliği gibi… Kimisi röportaj formatına ağırlık verir, kimisi dosyalar hazırlayarak gündemi yakalar. Hepsi birer zenginliktir ve özünde şuna hizmet eder: topluma bilgi vermek, farklı perspektifler sunmak ve görünmeyeni göstermek.
Haber hangi biçimiyle sunulursa sunulsun, hizmeti insanı topluma ve hayata bağlamaktır. Peki gerçekte ne kadar böyle?
Dijital Çağın Karanlık Yüzü
Dijital çağın değişiminden nasibini alan haberin bu sorumluluğundan uzaklaştığını görüyorum, görüyoruz… Kiminle temas etsem haberden kaçtığını söylüyor. Gündemin zorlu ve acı dolu olması elbette etken ama tek sebep değil. Haber takip etmediğini söyleyen kişiler yaşananların ağır olduğunu söylediği kadar, haberlerin de manipülatif sunulduğunu savunuyor. Tabloyu daha net görmek adına geçtiğimiz günlerde Instagram’da minik bir araştırma yaptım. Sokağa çıkıp mikrofon tutmasam da, soru sormaya farklı biçimlerde devam ediyorum. Kamuoyunun nabzını yoklamak için sosyal medyada bir sohbet kutusu açtım ve şunu sordum: “Haber takip ediyor musunuz yoksa etmiyor musunuz? Kısaca sebebini yazın.”
Toplamda 30 kişi cevap verdi. Ve içlerinden yalnızca 5 kişi aktif olarak haberleri takip ediyordu. Kalanlardan 5’i bazen evet bazen hayır derken, 20 kişi hiç haber takip etmediğini yazdı. Takip etmeyenlerin ortak noktasıysa duyguları, bir kişinin cevabını burada paylaşıyorum: “İçim daralıyor, ruhum bunalıyor ve bu hiçbir işe yaramıyor.” Kalan 19 kişinin görüşü benzer biçimde, gündemin ağırlığı fazla geliyor ve bu nedenle kendilerini haberden soyutluyorlar. Aslında hayattan soyutluyorlar…
Burada hayatın ne olduğunu sorgulayabiliriz. Hayat sadece gündemde olanı biteni biliyor olmakla mı ilgilidir? Elbette hayır, ancak hayatı hayat yapan şeylerden biri budur. Olan bitenden haberdar olmadığımızda ne kadar hayatın içinde olabiliriz diye merak ediyorum. Kendimizi gündemden tamamen soyutlamak hayata yabancılaşmamıza sebep olmaz mı?
Engin Gençtan ‘Hayat’ kitabında yabancılaşma konusundan bahsederken hız kavramına değinir. Hızı bir uyuşturcu maddeye benzeten Gençtan, hayata yabancılaşmanın sebeplerinden birini bu “hız uyuşturucusu” olarak görür. Engin Gençtan hızın yarattığı durumu tanımlarken şöyle der: “Büyük kent insanının sık kullandığı uyuşturuculardan biri de hız. …Hız insanın içindeki boşlukla yüzleşmemesi için çağdaş normların da pekiştirdiği ve uyuşturucu niteliği kazandığında yavaşlatılması zor bir araç.”
İşte haberin ve haberciliğin sorumluluğu burada devreye girer. 30 kişiden 20’sinin haber takip etmemesi onları toplumdan soyutlanmaya ve yabancılaşmaya itebilir. Peki kalan 10 kişinin akıbeti nedir? Dönem dönem ya da düzenli olarak gündemi takip ettiğini söyleyen 10 kişinin hayata yabancılaşmaması için neler yapılabilir?
Konumuz gazetecilik ve gündem olduğuna göre bu konuda haberin sunumundan bahsetmek gerekiyor. Toplumun hayata yabancılaşmaması için gazeteci kendi sorumluluğunu yavaşlayarak almalı. Günümüzün tıklanma sevdası ve takip edilme arzusu, haberi ve haberciliği zedeliyor gibi görünüyor. Sosyal medyada hızlı ve sık frekansla paylaşılan haberler yabancılaşmaya ve beraberinde duyarsızlaşmaya katkı sağlıyor. İşte gazetecinin sorumluluğu burada devreye giriyor. Yaşanan acı olayları değiştiremez ama acıyı manipüle etmeden ya da yanlı ve abartılı olmadan anlatabilir. Manipülasyon ve abartılı dil kısa vadede tıklanmayı sağlıyorsa da, uzun vadede topluma zarar veriyor. Oysa gazeteci toplum yararı için var.
Enseyi Karartmayalım
Mini araştırmama katılan 30 kişiyle yaptığım görüşmeler bilimsel bir çalışma değildi, ben de bilim insanı değilim zaten. Amacım gazeteci yanımla nabız yoklamaktı. Görünen o ki nabız yavaşlamış ve düzensiz atıyor… 30 kişiye ait nabzın toplumu yansıttığını söylemek de iddialı olmaz sanırım…
Yine de meslek büyüğüm Çetin Altan gibi bakmayı seçiyorum: “Enseyi karatmayalım.” Kendisi sıkça kullandığı bu deyimi şöyle açıklar: “Rumelililer efkarlı gördüklerine ‘Enseyi karartma’ derlerdi. Yüz zaten kararabileceği kadar kararıyordu, karanlık enseye de geçti mi artık iflah olmak kolay değildir.”
Karanlığın yüzden enseye ulaşmasını, içimizi tamamen kaplaması gibi anlıyorum. Yüz kararmış, sonra içimize işlemeye başlamış ve nihayet ense de kararmış; yani bizi tamamen kaplamış… Ben henüz karalığın önden arkaya bizi tamamen sarmadığına inanıyorum. Evet içimize geçmiş durumda ama halen enseye ulaşmış değil. Çünkü içimizde aynı zamanda yaşam enerjisi, chi var. Nefes aldığımız sürece umut da var olmaya devam ediyor…
——————————————————————————————————————Bu yazı yeni bir serinin başlangıcı. Önümüzdeki haftalarda haberle kurduğumuz ilişkiyi derinlemesine incelemeye devam edeceğim. Haberin bizi nasıl bir araya getirdiğini ve nasıl ayırdığını, farkında olmadan ne gibi alışkanlıklar edindiğimizi ve bu alışkanlıkların bizi nasıl dönüştürdüğünü konuşacağız. Haberle nasıl sağlıklı ilişki kurabileceğimizi, gazetecilerin ve okurların sorumluluklarını, yeni medya düzeninde kaliteli içeriğin nasıl üretilebileceğini ve tüketilebileceğini tartışacağız. Çünkü haber sadece bilgi aktarımı değil; kendimizi, toplumu ve dünyayı anlama biçimimiz. Biz de bu yolculukta, haberin hayatla kurduğu bağı yeniden keşfedeceğiz…
Yayınlarımı düzeli takip etmek için Substack hesabıma ücretsiz abone olmayı unutmayın. Destek vermek isterseniz aboneliğinizi ücretli versiyona yükseltebilirsiniz. Aylık abonelik ücreti 280 liradır.