Son yazımda kaleme aldığım konu bana çok şey öğretti. Doğru bildiğinden şaşmamak, bunu yaparken şiddet dili kullanmak zorunda olmamak, karşıt fikirleri kişisel algılamamak ve hata yapmaya açık olmak. Sanırım bu liste insanı kendi, dünyayı da çok sesli olmaya götürüyor.
Fatih Altaylı hakkındaki yazımdan bahsediyorum. Hukuksuzca tutuklanmasının üzerinden bir hafta geçti. Olmayan bir suçu icat ederek cezaevine attılar Altaylı’yı. TCK 106 ve 310/2 maddelerinin harmanlanmasıyla Cumhurbaşkanı’na sözde tehdidi fiili saldırı gibi süsleyip sundular ve sonuç: Bir gazetecinin daha tutuklu yargılanma süreci başladı. Ne kadar sürer, nasıl neticelenir bilmiyoruz ancak tek bilinen bunun adil bir yargılama değil, direkt olarak cezalandırılma ve susturulma girişimi olduğu!
Ne oldu geride kalan bir haftada? Yandaş basın ve troller Fatih Altaylı’yı yerden yere vururken, muhalif basın göklere çıkardı. Türkiye’nin kutuplaşmış toplum yapısını yeniden inşa eden bir süreç oldu aslında. Altaylı ya berbat biriydi ve başına gelenleri hak etmişti ya da şahane biriydi ve başına gelenleri hiç haketmemişti.
Üçüncü bir seçenek, gri alan.. Bizler onu unutalı çok oluyor.
Bunu hatırlatmayı ben seçtim: “Fatih Altaylı sandığınız kadar şahane biri değil, onu göklere çıkarmadan da savunabilirsiniz” dedim. Bunu demek cesaret işiydi, topa girmek herkesin tercihi değildi. O topa ben girdim. “Durun hakikat çok başka” deme ihtiyacı hissettim, zira bağımsız gazeteci olmanın bence bir sorumluluğuydu bu.
Eğer bir kuruma değil kendi değerlerinize bağlı çalışmayı seçiyorsanız, sizi kısıtlayan bir editör yoksa başınızda, mesleğiniz de hakikati göstermeyi amaçlıyorsa… Susmanın değil anlatmanın vaktidir. Ben de böyle bir yerden yazmıştım o yazımı.
Kalabalığın içinde yalnız olmak, aynı sesi çıkartan bir başkasına rastlamamak ürkütse de; benim yaptığım iç sesimi dinlemek, ona saygı duyarak teslim olmaktı. Hayattan hiçbir şey öğrenmediysem bunu öğrendim: İç sesime sahip çıkmak ve onun rehberliğini almak.
Çok Sesliğe Sahip Çıkmak
Sonraki aşama tepkiler olacaktı. Oldu da. Mesaj yoluyla bana ulaşanlardan anlattıklarımın doğru da olsa zamanlamasının yanlış olduğu yorumlarını aldım. Saygı sınırları çerçevesinde eleştiri almak şahane bir şey, bunu ülkecek unuttuğumuz için hatırlatan her yeni yorum beni mutlu etti. Beraberinde zamanlamamın yanlış değil, bilakis tam zamanında olduğu inancım ise devam ediyor. O yazı bir linç kampanyası değil, eleştirel tonla yazılmış bir hakikat hatırlatıcısıydı. Böyle bir yayıncılığı unuttuğumuz için bugün buradayız.
Bazılarınız böyle bir anlatı biçimini herkesin anlamayacağı ve Fatih Altaylı’ya yapılan karalama kampanyasına alet edilebileceğini söylüyor. Anlıyorum. Fakat mümkün görmüyorum. Linç kampanyasını yürüten troller o yazıdaki biçimden de, bağlamdan da bir hayli uzak oldukları için kendilerine bir malzeme çıkacağını sanmıyorum. O yazı daha ziyade eleştirel bakabilecek, hakikati görmeye niyetli ama kalabalığa kapılıp gitmiş olan bireyler için yazıldı. Eğer sürekli karşı tarafın hamlelerini gözeterek haber ya da fikir üretmeye kalkarsak, bu hesap kitap bizi önce otosansüre sonra da sistemli bir suskunluğa sürükler. Bakın buna çok taze bir başka örnek:
Gördüğünüz gibi Resmi Gazete’de yayınlanmış bir gelişme, yorumsuz bir haber dahi bazılarını rahatsız ediyor. Yani neredeyse onlara aykırı gelen kimse konuşmasın, hiçbir şey sesli biçimde dile gelmesin isteyen bir kitleyle karşı karşıyayız. Fatih Altaylı hakkında hakikatleri konuşmanın yandaş cenahı beslemesi şöyle dursun, çok basit bir haber bile rahatsız eder duruma geldi ülkenin yarısını.
Bunun çözümü susmak değil, daha fazla ses çıkartmaktır.
İşte okumakta olduğunuz satılara temel olan Fatih Altaylı hakkındaki yazımda amacım tam olarak buydu: Farklı sesler çıkartmanın yanlış olmadığını hatırlatmak. Mesele bunu ölçülü ve saygı çerçevesinde yapmak. Ve orada göstermeye çalıştığımı burada yineliyorum: Amaç birilerine malzeme çıkarmayalım diye susmak olmamalı, görüyorsunuz onlar dümdüz bir haberden bile rahatsız oluyor zaten.
Amacımız birilerini hem eleştirip hem haklarını savunabilmeyi öğrenmek. Amacımız birilerini yüceltmeden, olduğundan yüksek yerlere koymadan da özgürlüğüne bekçilik etmeyi öğrenmek.
Bunu öğrenmek için sonra diye bir zaman yok, yanlışlarımıza rağmen hak hukuk adalet paydasında buluşmayı öğrenmenin tam da şimdi sırası. Çünkü birlik olmayı aynı yerde olmakla eşanlamlı kavrama hatası, Türk milletinin damarlarında gezen bir zehir misali her dönemde farklı figürlerle yeniden kendini gösteriyor. Hafızanızı biraz zorlarsanız başka isimlere de aynı yanlışın yapıldığını görebilirsiniz. Artık o kadarını da siz yapın, ben hatırlatıcılık görevimi Fatih Altaylı’da kullandım ve iyi ki de yaptım.
İyi ki yazdım o yazıyı. Bir diğer getirisi, okuyucuları farklı bir pencereden düşünmeye itmesi oldu. Doğru muydu, yanlış mıydı, zamanı mıydı, değil miydi diye diye düşünmek bile tekdüze giden yayınların arasında açan bir gelincikti bence. O yazı ulaştığı kişilere hiç gösterilmeyen şeyleri gösterdi, düşünme jimnastiğine alan açtı. Çok sesli olmak, farklı fikirleri yaşatmak başka nasıl mümkün olur sanıyorsunuz? Tam olarak böyle; rahatsız ederek, bir miktar konfor alanının dışına çıkartarak…
Bundan Sonrası?
Gazeteci Fatih Altaylı’nın son durumunu herkes merak ediyor. Altaylı tutuklanalı yedi günü geçti. Tek suçu muhalif koltuğunda eleştirel yayınlar yapmaktı. Kendisi boş koltuğuyla yayın yapmaya devam ediyor, yapımcısı Emre beyin desteğiyle Silivri’den gönderdiği mektuplarla hafta içi her sabah sesini çıkartmayı sürdürüyor. Ve boş koltuğu bile milyonlarca izleniyor. Süreci öngörmek hem kolay hem zor, dileğimiz ise ortak: hak, hukuk, adalet şimdi buraya! Özgür basın susturulamaz!
Demokratik ülkelerde çok seslilik bir suç değil, en temel insan hakkıdır. Haklarımız çiğneniyor, özgür basın susturuluyor. Lütfen sahip çıkın. Bizler üreterek mesleğimize ve ülkemize sahip çıkıyoruz. Sizler de okuyarak, paylaşarak, yorum yaparak ve imkanınız varsa para ödeyerek sahip çıkabilirsiniz.
İyi ki buradasınız, sevgiler.
Fatih Altaylı’yı Yüceltmeden: Bir Gazetecilik Hesaplaşması
Hadi gelin gerçekleri konuşalım. Fatih Altaylı'nın hukuksuz biçimde tutuklanması başka şey, Fatih Altaylı'nın saygın bir gazeteci olduğu iddiası başka şey. İddia diyorum çünkü bana göre Fatih Altaylı saygın bir gazeteci değildir. Evet sektörde ağırlığı vardır, evet yorumları gündemi şekillendirmekte etki eder. Ancak bunların hiçbiri onun saygın bir kişi olduğu anlamına gelmez. Bu iki meseleyi birbirine karıştırmak gazeteciliğe de, kamuoyuna da haksızlık olur.